Şairler,
güçlü, hassas ve farklı duygunun insanıdır. Şairler, ayrıntılı, ince ve
kapsamlı düşüncenin insanıdır. Her
şeye hassas bir yürekle bakmak ve farklı şeyleri görmek şairlerin işidir. Her şeye farklı bakmak ve daha
detaylarla ilgilenmek ve ince düşünmek şairlerin kârıdır.
Bu sözü
söyledikten sonra şunu da hassaten belirteyim: “Şair var, bir de şaircik var.”
Benim
gözümde şair gerçekleri haykıran ve korkmadan, cesurca söyleyen kişidir. Benim
gözümde şair, Hak yolunda yürüyen ve Allah için, rıza-ı ilahi için kalemini
adeta kılıç yapan kişidir. Şaircikler hakkında fazla söze hacet yok.
Şaircikler, saçma sapan laflar söyleyen, kaba-saba davranan insanlardır. Onlar
elbette hassas duygunun ve ince düşüncenin insanı olamaz. Şaircikleri bir
kenara bırakalım ve şairlerden bahsedelim.
Şairler
denilince aklıma, Mehmed Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Yunus Emre,
Karacaoğlan, Fuzuli, Nabi, Şadi Şirazi, Şehriyar, Abdurrahim Karakoç, Cahit
Zarifoğlu, Yahya Kemal, Aşık Veysel, Arif Nihat Asya, Erdem Beyazıt, Mehmet
Akif İnan, Sezai Karakoç, Cenap Şahabettin ve bu şairler gibi hakkı
haykıran ve doğrudan asla şaşmayan insanlar gelir.
Şimdi
yazımın bu noktasında ve bu yazının yazılmasına vesile olan ve iki gün önce
vefat eden ve dün toprağa verdiğimiz Sezai Karakoç için önce Yüce Rabbimden
rahmet ve mağfiret diliyorum. Ruhu şad olsun.
Bakın 18
Kasım 2015 yani tam tamına bundan 6 yıl önce https://www.marasmedyamerkezi.com/sair-ve-siar-makale,1471.html
internet sitesinde “şair ve Şiar başlığı altında ne yazmışım.
(Çok manidar bir tevafuk, bu yazıyı 18.11.2021 günü kaleme alıyorum)
Okuyalım
şimdi, şair ve şiar hakkında 6 yıl önce ne yazmışım.
“Şairde şiar mühimdir. Şairi şair yapan belki de mısraları ve sözleri
değil, üzerinde taşıdığı şiarıdır. Şair sözlerinden değil gözlerinden okunur. Her
şairin baskın özelliği ve kendine has karakteri o şairin şiarıdır. Şiar her
zaman iyi ve müspet olacak diye bir şey yok. Bazen iyi ve müspet olur. Bazen
kötü ve menfi olur. Şairin şiarı sözlerinden değil gözlerinden okunur.
Gözlerine bakarak hüküm verebilirsiniz. Bir Necip Fazıl gibi, bir Mehmet Akif gibi, bir Sezai
Karakoç gibi, bir Erdem Beyazıt gibi, bir Cahit Zarifoğlu gibi, Yunus Emre gibi,
Mevlana gibi şiarı olmalı şairin.
Necip Fazıl şiarı, kendinden emin, dobra dobra ve merttir. Mehmet Akif
şiarı merhamet timsali, vatan ve millet derdiyle kendinden geçkin ve Dünyalık
şeylere meyletmeyendir. Sezai Karakoç şiarı, sessiz, dingin ve gösterişsizdir.Erdem Beyazıt şiarı babacan, haykırış dolu ve seçkindir. Cahit
Zarifoğlu şiarı, çocuksu, derin, heyecanlı ve cezbe doludur. Yunus Emre şiarı,
Hak ve halk arasında köprü, sarsılmaz iman ve vecd doludur. Mevlana şiarı
sırlı, hikmetli ve gizem yüklüdür.”
Evet, bundan 6 yıl önce Üstad Sezai Karakoç için, “sessiz, dingin ve gösterişsiz”tanımlamasında bulunmuşum.
Gerçekten de Üstadımız sanki bir derviş, bir veli, bir miskin gibi yaşadı.
Allah ondan razı olsun.
O yazıda şair ve şiar başlığı altında bir de şunları belirtmiştim: “Şairin
şiarı kendisinin asli misyonudur. Şair misyonu ile, şiarı ile vardır. Ne
misyonu, ne de şiarı yoksa, bir müsvedde hükmündedir. Bir misyonu, bir
doğrultusu olmayan şair olamaz, bir şiar üzere yer kaplamayan şair sayılamaz. Şair
şiarını duruşuyla, bakışıyla, yazısıyla, kalemiyle ve seslenişiyle sergiler.
Bir mısra sonunda adı olmasa da, "bu şu şaire aittir" diye bir
düşünce beliriyorsa insan zihninde, o şairde şiar mevcuttur.”
O yazımın en sonunda bir de dua var. O duayı tekrar tekrar Yüce rabbime arz
ediyorum: Yazımın: "Şairde
şiar mühimdir. Allah (cc) bizleri iyi ve müsbet şiara sahip şairlerden eylesin.
Amin."
Evet, kendisiyle aynı çağda yaşamış, şiirlerini ve
yazılarını okumuş ve hayatını uzaktan da olsa izlemiş bir kişi olarak ben
Üstadımız Sezai Karakoç’un iyi ve müspet bir şiara sahip olduğuna düşünüyorum.
Üstad Sezai Karakoç ile hayatta iken görüşmemiş ve
bizzat tanışmamış bir kişiyim. Kısmet olmadı ve tanışamadık.
Ancak, yüzsüze tanışamamış olsak da, öz öze, söz söze
tanıştığımızı düşünüyorum.
Ben de şiir
yolunda yürüyen bir insanım ve Üstadımız Sezai Karakoç’un şiirlerinden
esinlerim ve ruhen de kendimi kendisine yakın hissederim.
Evet,
yakınlığım ruhi yakınlıktır. Yani fıtraten ben de sadeliği, sessiz bir
hayatı ve gösterişsiz bir Dünyayı severim. Bu açıdan ruhen yani öz
olarak Üstadımız Sezai Karakoç’a çok yakınım.
Bir de şu
iki açıdan Üstadımız ile yakınım. Ben Kahramanmaraşlıyım. Üstadımız doğum yeri
olarak Diyarbakır Erganili olsa da kendisini Kahramanmaraşlı olarak
hissetmiştir. Bunun da iki neden var. Birincisi ortaokul yıllarında İlimiz
Kahramanmaraş’ta okumuştur. İkinci olarak da kendisi “şiir ateşini Kahramanmaraş’tan
aldığını” ifade etmektedir. Zaten Kahramanmaraş Edebiyat Dünyasında
Yedi Güzel Adam’dan birisidir.
Üstadımız
Sezai gariban, yoksul bir aile çocuğudur. Ortaokulu parasız yatılı olarak
ilimiz Kahramanmaraş’ta okuduktan sonra Gaziantep’te yine parasız yatılı lisede
okudu. Ardından üniversite yıllarında yine parasız yatılı okuma imkanı olan bir
fakülteyi seçecektir. Üniversitede Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye
Bölümünde eğitimini tamamlamıştır.
Ben
Üstadımız ile iki yakınlık derken ikinci yakınlığımı, benim de Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olmam hasebiyle belirtmiştim.
Ancak,
yazımın bu noktasında düşündüm ki, yakınlığımız ikiden dörde çıktı. Üstadımız
Sezai Karakoç ile 4 yakınlığımız var. Ben de Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümünden mezunuyum. Hem Fakülte ve hem de
Fakültemizin aynı bölümünden mezunuz. O da gariban ve yoksul bir ailenin evladı
idi. Ben de gariban ve yoksul bir ailenin evladı olarak zorluk ve güçlüklerle
okudum.
Ben şimdi bu yazıda Üstadımız ile 4 yakınlık buldum esasında bu 4 yakınlık
40 yakınlık kadar fazladır. Üstadımız da Kudüs Sevgisi ile dopdoludur. Ben de
Üstadımız gibi Kudüs Sevgisi ile nice şiirler yazıya döktüm. Üstadımız gibi
elhamdülillah korkmadan ve cesurca yazıyoruz. Üstadımız zor zamanda hakikati
haykırmış cesur bir şahsiyettir. Ben de Üstadımız gibi “diriliş fikrindeyim” ve Ülkemizin tüm insanlarının, özellikle
gençlerimizin yeni bir ruh ile tekrar diriltilmesi gerektiğine inanıyorum.
Niye bizler
ölü müyüz? Ülkemizde insanlar ölü mü diye sorabilirsiniz. Buradaki kastımız
bedenen ölü ya da sağ olmak değil. “Buradaki kastımız ruhen ölü ya da diri
olmaktır.”
Ruhen
birçoğunuz ölüyüz ve dirilişe ihtiyacımız var.
Üstadımız
iki gün önce vefat etti. Ruhen diridir. Bir ölüm, bazen bin dirilişe, sonsuz
dirilişe vesile olur. Üstadımız Sezai Karakoç, nice nice ruhen
dirilişe vesile olmuş bir şahsiyettir. Biz kendisinden razı idik, Yüce
Rabbim de razı olsun. Vesselam.
Ahmet SANDAL
Başkanım her zaman olduğu gibi doktumuşsunuz yine kaleminize ve yüreğinize sağlık.