İnsanlar
ikiye ayrılır.
Bir:
Görenler.
İki:
Bakanlar.
Tabi,“bakanlar”kelimesinden, herhangi bir Ülkedeki yönetim mevkiindeki, hükümetteki üst
yöneticiler anlaşılmasın.
Bakanlar
dediğimiz, “hayata boş boş bakanlar” anlaşılmalıdır. Bakanlar denildiğinde“hayvanca,
hatta daha da aşağılık şekilde bu hayatta, keyfince gününü gün edenler”anlaşılmalıdır.
Kur’an-ı
Kerim’de hayatta yalnızca bakanlar için çok sert ifadelerle ikazlar var. Onlar
için “gözleri
var görmezler, kulakları var duymazlar, akletmezler, idrak etmezler”
şekilde tespitler ve benzerlik yönünden de “hayvanlar, hatta daha da
aşağıdakiler” şeklinde açıklamalar vardır.
Bu
Dünya’da yalnızca bakanları şu iki ayet esasında net olarak tanımlıyor.
“Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu
cehennem için yaratmış olduk. Bunların kalpleri vardır ama onlarla
kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama
onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte
asıl gafiller onlardır.” (A’raf Suresi, 179)
“İnkârcılara
seslenenin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen hayvana haykıran
çobanın durumuna benzer. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler; çünkü onlar
düşünmezler.” (Bakara Suresi, 171)
Evet,
hayatta neden bulunduğunu, nasıl yaratıldığını, niçin Dünya’ya gönderildiğiyle
ilgilenmeyip yalnızca hayvani, nefsani güdülerle hareket edenler, yani yalnızca
bakanlar maalesef, ayetlerde ifade edildiği gibi şaşkın, gafil, cahil, sağır,
(hatta sığır) gibidir.
Bir
de görenler var. Hayatın asıl maksadını görenler ve bu Dünya’da asıl bulunma
nedenini idrak edenler var.
Görmek
nedir? Yalnızca bakmak, baktığın esere, baktığın varlığa gereken değerini
vermemektir. Görmek, gereken değeri vermek ve o eseri, o varlığı anlamaktır.
Her
sabah doğan, her akşam batan güneş, elbette belli bir maksat ve belli bir görev
içindir. Güneş boş yere doğmaz, boş yere batmaz.
Yaratılmış
her mahlukat, görev bilincine sahiptir. Bu bilincin dışına çıkamazlar.
İşte o bilinci anlamak için, yaratılmış tüm
varlıkları görmek gerekir. Görmek, idraktir, anlamaktır ve
farketmektir.
Ey
İnsan! Bakma, gör! Kainatı ve içindekileri gör ve idrak et. Eğer bu idrak üzere
yaşarsan bilginin zirvesine ulaşırsın. Ve daha da önemlisi kendini de böylece
bilirsin.
Görmeyi
meslek edinen, görmeyi alışkanlık edinen “kendini bilir.” Zaten, hayatta en
önemli mesele, en üst zirve, “kendimizi bilmektir.” Bu bilmek, yürekteki irfan,
akıldaki izan ve ruhtaki anlayıştır.
Bakmakla yetinen insan,
asla kendini bilemez ve istenen seviyeye gelemez. Kur’an-ı Kerim’de Yüce
Rabbimiz (asm), “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” diye sorarak
düşünmeye ve düşündürmeye çağırdığında, anlamamız gereken, “hiç görenlerle, bakanlar bir
olur mu?” hususudur.
Şimdi bu yazdıklarımdan
hareketle konuyu, tüm Dünya’yı ve Ülkemizi tesiri altına alan, insanların
günlük hayatını allak-bullak eden, dışarıya çıkmamızı engelleyen, gezip
dolaşmamızı sınırlayan, sosyal hayatı,
ekonomiyi ve kültürel etkinlikleri durma noktasına getiren, insanları adeta
evlerinin hapsedilmesine neden olan Korona Virüs salgınına bağlayalım.
Korona Virüs salgını
bir kez daha göstermiştir ki, nimetlere şükretmedik, hayattaki imkanların
farkına varmadık, gezip dolaşmayı, yiyip içmeyi sanki bize bahşedilen bir lütuf
değil de birer hak gibi gördük ve nankörlükte çok ileriye gittik. İşte bundan
dolayı başımıza bu hastalık felaketi geldi. Anlamak için, görmek için bu salgın
hastalık bir fırsat.
Ey insanlar! Bu salgın
hastalığa basitçe bakmayın, görün, görün, bu hastalığın bir vasıta olduğunu
anlayın, perde arkasındaki gerçekleri görün. İbret alın, kendinize gelin.
Sözümü bir ayet-i
kerimenin meali ile bitiriyorum:
“De
ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!" Doğrusu ancak akıl izan
sahipleri bunu anlar.” (Zümer Suresi, 9)
Vesselam.
Ahmet
SANDAL