Descartes ahlakı
felsefesinin son adımı, bilgi ağacının son meyvesi olarak verir: “… öteki
bilimlerin tam bir bilgisini gerektiren ve bilgeliğin en son basamağını teşkil
eden en yüksek ve en tam ahlaka ancak köklerle gövdeden geçtikten sonra
varılabilecektir.”(Emine Aydoğan, Araştırma Görevlisi, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/408964)
Descartes ahlakı üç
madde olarak özetler: 1-Akıl kuvvetlidir. İsterse yapmaz ve yanlışa düşmemekte
ve kötülük karşısında iradesine hakim olan insanlar esasta ahlaklı insanlardır.
Akıl, hiçbir kitap, hiçbir ilim ve hiçbir alim olmasa dahi, bu yetenektedir.
Descartes, aklın bir dış kaynağa başvurmaksızın kendi kararını verebileceğini,
kendi hareketini, davranışlarını düzenleyebilecek güçte olduğunu vurgulamakla
akla olan inancını ve güvenini bir kez daha ortaya koyar. 2- Akıl baştan
itibaren kuvvetli olsa da devamlı surette aydınlanmaya ve devamlı surette
telkinlerle, öğütlerle desteklenmeye ihtiyaç duyar. İşte böylece ahlak akılla
tamamlanır. İnsan ahlaklı olmanın kendisini mutlu edeceğini de kendisine
sunulan güzel fikirlerden, doğru öğütlerden anlamış olur. Ahlakın ilk
basamağında günlük yaşamda kararsız kalmamak, işlerini yürütebilmek adına sebat
ve karar sahibi olmaya çalışırken, bu ikinci aşamada ahlakta aklın emirlerini
yerine tam olarak getirebilme amacıyla sağlam bir karar sahibi olmak
sözkonudur. Bu bilinç ve kararlılık halidir. 3- En sonunda insan akla göre
hareket ederken, elde olmayan bütün nimetlere tamamıyla gücümüzün dışında
şeyler gözüyle bakmak ve bu yolla onları hiçbir zaman arzu etmemeye alışmaktır.
Zira memnun olmamıza engel olan biricik şey, arzu, esef veya nedamettir.
Descartes’ın bu kuralı aynı zamanda muvakkat ahlakında kuralıdır ve muhtevası
değişmeksizin temelli ahlaka geçirilmiştir. Burada bir tür elde olanlarla
yetinip kendi istek ve arzuları üzerinde bir kontrol mekanizması oluşturma
mevcuttur ve bu kontrolle kişi arzu ve isteklerin boyunduruğundan kurtulur,
özgür olur ve aklın liderliğini kolayca kabul eder. Eğer kişi her daim kendi
istek ve arzularını doyurmaya yönelirse, onları herhangi bir sınırlandırmaya
tabi tutmazsa bir istekler silsilesinde boğulacaktır ve tatminde olmayacaktır.
Çünkü delik bir fıçı doldurulamayacağı gibi bu istek ve arzularında bir sonu
yoktur ve bunların tatmin olmamasından kaynaklanan bir huzursuzluk durumu da
insanı mutsuz kılacaktır. (Emine Aydoğan, Araştırma Görevlisi, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/408964)
Descartes,
esas olarak yaratılış ve ahlak üzerine kafa yoran bir filozof olmakla birlikte
siyaset ve Devlet felsefesinde de yararlanılması mümkün olan bir alimdir. Ancak, tamamıyla siyaset felsefesi ve Devlet
modeli tavsiye ettiği de söylenemez.
Ancak, Descartes’in tabi düzen ve kâinattaki normal dengeden yola çıkarak,
liberalizme ve serbest piyasa ekonomisine kapı araladığını iddia ederek ona
karşı gelen fikir akımları ve bazı felsefeciler mevcuttur.
Descartes hayatı boyunca siyasetten uzak durmuş, fakat
ömrünün son yıllarında İsveç Kraliçesi Christina’yla mektuplaşmaya
başlamış ve saraya davet edilmiştir. Descartes'in siyasetle ilgisi belki de
bu dönemde daha çok artmıştır.
Descartes
bilginin açık ilkelerden mantıksal akıl yürütme ile çıkarılabileceğini
düşünmekteydi. Bu fikir de modern siyasete nüfuz edecek olan yeni bir
rasyonalite kavramlaştırması sunmaktadır. Buna göre tüm insan bilgisi için
geçerli olan biçimsel standartlar matematiksel araştırma yöntemlerindeki
standartlardır. Bilginin ilerlemesi yönteme ilişkin belirgin kuralların
geliştirilmesine ve izlenmesine bağlıdır. Doğal olarak bilginin özü ve yöntemi
birdir. Bilgi iktidardır ve bilginin artması demek insan ilerlemesinin
anahtarını elimize geçirmek demektir. Descartes’in pozitivist ilerlemeci
anlayışına Kartezyenizm denilmektedir. Descartes’in aklındaki toplum kendi aklı
sayesinde bağımsız ve özgür bir şekilde karar veren ve yaşayan insanlardan
oluşur. Bilgi herkese ulaşılabilir kılınabilir ve herkes hakikati keşfedebilir.
Ona göre bu özgür ve rasyonel bir toplumdur.
Evet,
Descartes ile siyaset, toplum ve Devlet yapılanmasının en optimal düzeyde bir
araya geldiği düşünceleri bu bakış açısıyla tahlil etmek mümkündür.
Descartes,
zorlamacı ve faşist bir Devlet yapılanmasına yol açacak fikirler sunmadığı
gibi, mülkiyeti reddeden baskıcı ve komünist fikirlere de kapı aralamamıştır.
İşte bu noktalar itibariyle Descartes, ne Karl Marks’ın, ne de ona benzer
baskıcı düşüncelere sahip kişilerin hoşuna gitmez. Çünkü, Descartes tabi
nizamdan ve doğal yasalardan yola çıkarak bir Devlet modeli ve tabi (normal) bir siyaset felsefesi sunar. Bu nizam ve bu felsefe elbette bazılarının
hoşuna gitmez.
Descartes,
bir yasa koyucu, bir bilge kişi etrafında toplanan ve ona yetki vererek toplum
nizamı üzerine uzlaşma sağlayan toplumları, bunu sağlamayan vahşi ve geri
kalmış toplumlardan daha makul ve daha akılcı sayar. Tabi burada şunu
anılamamak gerekir: “Herkes tüm iradesini bir kişiye teslim ederek geri planda
kalacaklar.” Hayır bu anlaşılmamalıdır. Ben Descartes’in o düşüncesinden şunu
anlıyorum. Başıboşluk ve düzensizliktense bir adamın etrafında kenetlenmek daha
uygundur.Tabi o adam bilgili, faziletli ve dürüst olmalıdır. Tüm toplum tüm
iradesini kendini bilmez ve hırslarına düşkün bir kişiye elbette teslim
etmemelidir.
Descartes
işte bu noktada şöyle bir açıklamada bulunur: “Düşünüyorum ki, eskiden yarı
vahşi olan ve ancak yavaş yavaş uygarlaşarak, yasalarını suçların ve kavgaların
doğurduğu huzursuzluğun zoruyla yapan halklar; bir topluluk halinde yaşamaya
başladıkları andan itibaren bilge bir yasa koyucunun meydana getirdiği yasalara
göre hareket eden halklar kadar iyi bir yönetime sahip değillerdir.” «Bana
gelince, eğer her zaman için tek bir hocam olsaydı ya da en bilgililerin
görüşleri arasında her zaman var olagelmiş ayrılıkları bilmeseydim, ben de bu
sonrakiler arasında yer alırdım şüphesiz. Ama, en garip ve en az inanılır
şeylerin bile bazı filozoflarca dile getirilmiş olduğunu daha kolejdeyken
öğrenmiştim.» «Gezilerim sırasında, duygu ve düşünceleri bizimkilere pek aykırı
gelen bütün insanların, bundan dolayı, ne barbar ne de vahşi olduklarını, fakat
bunların birçoğunun bizim kadar, hattâ bizden daha da çok akıl ve mantıkla
hareket ettiklerini görerek; ve çocukluğundan itibaren Fransızlar ya da
Almanlar arasında yetişmiş olan bir insanın, ruhu aynı kalmak şartıyla, bütün
hayatını Çinliler ya da yamyamlar arasında geçirmiş olsaydı, şimdi olduğundan
ne kadar farklı bir insan olacağını düşünerek;» «…ve giyeceklerimizin biçimine
varıncaya kadar, on yıl önce beğendiğimiz bir şeyin bugün bize ne kadar garip
ve gülünç geldiğini, yani kesin ve şüphesiz herhangi bir bilgiden çok âdet ve
örneğe dayandığımızı, oysa oy çokluğunun biraz çetin hakikatler için değerli
bir kanıt olmadığını, bütün bir ulustan çok, tek bir insanın onları bulmasının
çok daha muhtemel olduğunu göz önüne alarak şu sonuca vardım ki: görüşleri başkalarının
görüşlerine tercih edilebilecek tek bir kimseyi bile seçmem mümkün değildir.
Dolayısıyla da, kendime ancak kendim yol göstermek zorunda kaldım.» (https://dgocmenfelsefe.files.wordpress.com/2016/10/onyedinci-yc3bczyc4b1lda-felsefe_17_10_2016.pdf)
Evet, üçüncü yazımızda
sizleri Rene Descartes’in fikir ve düşünceleri ile başbaşa bıraktım.
Filozofların “Ahlak ve Devlet” üzerine görüş ve düşüncelerine gelecek hafta da
devam edeceğiz. Haydi hayırlısı.
Ahmet SANDAL