Mukaddime
isimli bir kitabı duydunuz mu? Mukaddime isimli kitabı duyanlar az olsa da,
İbn-i Haldun'u duyanlar çoktur. İbn-i Haldun'u duyanlar çok olsa da,
Ebu Zeyd Abdurrahman bin Muhammed bin Haldun el Hadramî'yi duyanlar azdır.
Evet uzun
ve kısa ismini yazdığım, Mukaddime isimli kitabını belirttiğim zat sosyoloji
ilminin kurucularındandır.
İbn-i
Haldun Tunus'ta doğmuş ve o civarda yaşamış bir 14. Yüzyıl Mütefekkiridir.
Devlette çeşitli görevlerde bulundu, toplumu ve kavimleri çok yakından
inceledi. Bu incelemeleri sonrasında bir nazariye geliştirdi. Asabiyet
Nazariyesi isimli teorisinde İbn-i Haldun özetle şunu savundu: "Düşmanların
saldırısından korunmak için öncelikle birlik ve silah gereklidir. Birlik ve
silah için de insanları bir arada tutacak bir düşünce ve fikir gereklidir ki,
en ilkel toplumdan itibaren bu fikir, aynı soydan, aynı ırktan gelmektir.
Asabiyetten maksat, güçlü olma, üstünlük sağlama ve her daim zinde kalmaktır
ki, onun kaynağı sahip olduğun ırki ve milletin özellikleridir."
Biz bu
yazıda Asabiyet Nazariyesinden bahsetmeyecektik, ancak kısaca değindik. Asıl
üzerinde duracağımız husus, yine İbn-i Haldun'a ait bir düşüncedir ki,
"coğrafyanın insan ve toplum yaşamındaki önemini anlatmaktadır."
İbni Haldun’a atfedilen "coğrafya
kaderdir" sözü üzerinde iki türlü düşünce ve görüş belirtmek mümkündür.
Birincisi doğrudan doğruya sıcak ve soğuk iklimlerde yaşayan insanların
karakterlerini gözönünde bulundurarak, Kafkasya Dağlarındaki insanların çevik
ve atılgan, Meksika çöllerinde yaşayanların tembel ve miskin olduklarını
düşünebilirsiniz. Karadeniz'in sarp ve dik dağlarında yaşayanların inatçı ve
müdadeleci, İç Anadolu'nun uçsuz bucaksız ovalarında yaşayanların uysal ve rahat
olduklarını farkedebilirsiniz. Bu nokta itibariyle elbette insanın
karakteri doğa şartlarından ve iklimsel özelliklerden etkilenmektedir. Buna
göre elbette coğrafya kaderdir.
Geçen gün
TV'de bir belgesel izliyorum. Norveç ve kutuplar tarafında bir yeri gösteriyor.
İnsanlar daha çok balıkla besleniyor. Yılın neredeyse 3'te 2'si buz gibi hava
şartlarında geçiyor. İnsanlar balıkla beslendiklerinden ve soğuk
bir iklimde mücadele ve ağır şartlarda çalıştıklarından, insanların neredeyse
büyük kısmı zayıf ve obez insana rastlamak neredeyse imkansız. Kutuplarda
yaşayan insanlar için elbette coğrafya kaderdir.
Konunun birinci yönünü böyle açıldıktan
sonra gelelim ikinci kısmına ki burada coğrafya kader oluyorsa, birbirine komşu
iki Ülke düşünün ve birisinin çok gelişmiş, diğerinin az gelişmiş olduğunu görün.
Bu durumda aynı coğrafyada birbirine iki komşu Ülke arasında nasıl fark oluyor
ki? Elbette bir Ülkenin gelişmişliği yönetenlerinin bakış açısına ve
ufuklarının genişliğine ve toplumdaki fertlerin de çalışkanlığına bağlıdır. Kuzey
Kore ile Güney Kore elbette aynı gelişmişlik noktasında değiller, aynı
coğrafyada yer alsalar da. Amerika kıtasını gözönüne getirin ki
coğrafya aynı olsa da, kıta üzerindeki irili ufaklı onlarca Ülke arasında
gelişmişlik açısından onlarca fark vardır. Brezilya ile Şili aynı değil, ABD
ile Meksika bir değil. Aralarında büyük gelişmişlik farkı var.
Güney
Kore’de kişi başına gelir 30.000 Doları geçmişken, Kuzey Kore’de kişi başına
gelir 1,000 Dolar'dan düşüktür. Bu durumda coğrafya kader diyemeyiz.
Japonya'yı
şöyle bir düşünün ki, Ülkede neredeyse hiçbir doğal kaynağı yoktur. Ancak
gelişmiş Ülkeler sıralamasında en öndedir. Bunun yanında doğal kaynakları
zengin olan, ancak onları kullanamayan bazı Afrika ve Asya Ülkelerinin
zavallılığını düşünün. Bu durumda ilk bakışta hemen coğrafya kader
değildir de diyebilirsiniz, çok farklı bir düşünce sergileyerek ve Afrika'nın,
Asya'nın sırf zengin doğal kaynakları dolayısıyla Batılı Ülkeler tarafından
sömürüye uğradığını, bu nedenle de coğrafya kaderdir de diyebilirsiniz.
Evet,
coğrafya kaderdir sözünü hemen doğru kabul etmek de mümkün değil, bir çırpıda
yanlış olduğunu söylemek de doğru değil. Konuya nereden ve nasıl baktığınız
önemlidir.
Bundan
belki de 30 sene önceydi. Bir gazetede gördüğüm karikatürü hatırlıyorum. Adam
karikatürde şöyle sesleniyor: "Herşey tamam, güneş var, toprak var, tabiat
var, Allah herşeyi vermiş, ben yan gelip yatayım." Karikatürün diğer
kısmındaki adam da bulunduğu yerdeki hiçbir şeyin olmamasını gözününe
getirerek; "hiçbir şeyim yok, çalışmaktan başka çarem yok" diyordu.
Evet, bu da bir gerçek. Bu adamların ruh hali ve bakış açıları
elbette coğrafyanın kader olduğunu gündeme getiriyor.
Yazımın
sonuna sizi Orhan Veli'nin bir şiiri ile başbaşa bırakıyor ve o şiirden sonra
sizi coğrafya kader mi değil mi sorusunu bir kez daha düşünmeye çağırıyorum.
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
Orhan Veli bu şiirinde coğrafya ve
kader konusunda bir fikir veriyor sanırım. Bu şiirden ve yukarıdaki çeşitli düşüncelerimden sonra
hâlâ soruyorum. "Coğrafya kader midir?" Ya da
"coğrafya kaderdir."(mi?)
Karar sizin ben işin içinden
çıkamadım.
Ahmet
Sandal