Her icadın her buluşun bir serüveni vardır. Serüveni
olmayan icat da buluş da yoktur.
İcat ve buluşta emek ve göz nuru vardır.
Bilim insanı, ilmik ilmik dokur, günlerce, aylarca
hatta yıllarca çalışır, çabalar, ortaya bir icat, bir buluş çıkarır.
Ortaya çıkan buluşu icadı tüm dünya kullanır.
Tabii ki, icadın, buluşun kullanımı, işe yarama
değerine göre değişir... Buharlı makinalar, elektrik, ampul, telefon, telgraf,
televizyon…
Matbaanın da bir serüveni vardır.
Çinliler buldu ve Çin’den tüm dünyaya yayıldı.
Matbaa deyip geçmeyin, dünya bu günlere matbaanın
icadı sayesinde geldi.
Öğretmen arkadaş, “Bize, ilkokul, ortaokul, lise ve
üniversite sıralarında, Osmanlı’ya matbaanın geç gelme nedeni olarak; ekonomik
nedenler dediler. Hattatların işsiz kalacağından dem vurdular. Şimdilerde öğrendim
ki, temel neden; ekonomik değil, sosyal, kültürel… O dönemde okur yazar insan
sayısı çok az; kitap, bir ihtiyaç olarak görmüyor. O nedenle de Osmanlı’ya
matbaa geç geliyor. Meselenin özü budur!” diyor.
Düşündüm de öğretmen arkadaş hiç de haksız değildi.
Tespiti çok doğru ve yerindeydi.
Osmanlıya matbaayı İbrahim Müteferrika getirmiştir.
Kitaplar basılmış ama okuyan olmamış…
Okunmayan kitaplar Avrupa’ya gönderilmiş satılsın
diye…
Orada da satılmamış…
Çetin Altan da İlber Ortaylı da hem fikir bu konuda…
Sonuçta bir icadın, bir buluşun bir ülkeye girebilmesi için o icadın, o
buluşun o ülkede ihtiyaç haline gelmesi gerekir.
Osmanlı’da, okur yazar oranı çok
düşük; okur yazar yok denilecek kadar az, dolayısı ile de Osmanlı’da matbaa bir
ihtiyaç değil.
Avrupa ve Uzakdoğu ülkelerinde ilkel yöntemlerle de olsa kitaplar
çoğaltılmış, ciddi bir okuma kültürü oluşmuş…
Matbaa bir ihtiyaç haline gelmiş…
Binlere kitap basılmış…
Dolayısı ile matbaanın sayesinde bilim, fen, felsefe gelişmiş…
Osmanlı, matbaanın ciddiyetini kavrayamamış, kılıçla, kalkanla fetih
peşinde koşmuş.
Savaşarak hep iktidar olacağına, iktidar kalacağına inanmış…
Bu inancından hiç vaz geçmemiş…
Kaçınılmaz son gelip kapısına dayanmış…
Yıkılmış, yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş…
Osmanlı kültürü hala devam ediyor…
Okuyarak değil, duyarak öğrenmek istiyoruz…
Hangi yayınevi sahibi ile konuşsam: “Bizim ülkemizde okuyandan çok yazan
var! Kimse kitap okumuyor!” diyerek, dert yanıyor…
Hiç de haksız değiller…
Okumayan bir toplumuz…
Okumuyoruz…
Okumadığımız gerçeğini görmemiz de engelleniyor…
Bunun en güzel örneği, ülkeye matbaanın geç gelmesinin nedenini alakasız
bir nedene bağlamak ve bu alakasız nedeni tüm ülke insanına inandırmaya
çalışmak…
Bunu hep yapıyoruz…
Yalancının mumu hesabı…
Bir zaman sonra gerçekler su yüzüne çıkıyor…
Sonuçta insanoğlu işte sorguluyor…
Osmanlı’da matbaanın serüveni bu!
YORUMLAR