Uygarlıklar
konusu işlenirken çokça bahsedilir.
“Dicle,
Fırat nehri arasında kalan yerin adıdır.” denir.
İlk
medeniyetin temellerinin burada atıldığı anlatılır.
Yazı icat
edilmiştir, matematik, tıp, astronomi, hukuk alanında çok büyük buluşlar yapılmıştır.
Mezopotamya,
öyle anlatılıp geçilecek bir uyarlık hiç değildir. Ekonomiden, sanata;
tarımdan, hukuk düzenine kadar tüm toplumsal yaşam şeklinin temeli Mezopotamya’da
atılmıştır.
Tüm dünya;
bilimi, sanatı, tıp bilimini, matematiği, ekonomiyi, astronomi Mezopotamya’dan
öğrenmiştir.
Bugün ise
Mezopotamya’nın nerede olduğunu sorsan; ilk, orta, lise öğrencilerini bırakın, üniversite
okumuş kişilerin çoğu bile bilmez.
Sümerler,
Akadlar, Babiller, Asurlar…
Zihinlerde
sadece kitabi bilgiler kalmıştır.
Mezopotamya;
Lübnan’dır, Suriye’dir, Irak’tır, İran’dır, Kuveyt’tir...
Şaşırdınız
mı?
Hiç
şaşırmayın...
Burnumuzun
dibinde.
Şimdilerde
bir anlam ifade etmediği için insanlık öğrenmeye gerek duymuyor.
Niye
öğrensin, neden öğrensin?
Değerli
olan, değer atfeden şeyler öğrenilir!
Avrupa, ABD,
Rusya, Çin, Japonya herkes tarafından bilinir.
İnsanlık
tarihinin yolcuğu böyle bir şeydir.
İnsan
gibidir.
Söz konusu insan
da olsa medeniyet de olsa bilinen bir gerçek vardır; değerli olan hiç bir şey kolay
meydana gelmez.
Emek, göz
nuru ister.
En önemlisi
de akıl, bilim, fen ister.
Edebiyat,
sanat işin cilasıdır.
Bugün medeniyetin coğrafyası değişmiştir.
Medeniyetin
coğrafyaları değişecek, nedenleri hiç değişmeyecektir.
Ne kadar akıl,
bilim, fen o kadar medeniyet olacaktır.
Mezopotamya gibi...