Yunus denir
de Mevlâna denmez mi? Mevlâna da Yunus gibi bu toprakların yetiştirdiği saygın değerlerden
birisidir.
Kişiyi
değerli kılan yaşamında yaptıkları, ettikleri; topluma kattıkları, geride
bıraktıklarıdır.
Mevlâna,
Anadolu’da değil; Afganistan, İran, Orta Asya, Türk Cumhuriyetlerin de tanınmış
bir tasavvuf alimidir.
Mevlâna, Yunus
gibi insanlığa mal olmuş, “Tacik, Türk
ve Fars” denilip sahiplenilmiştir.
Eserlerini Farsçanın
yanı sıra Türkçe, Rumca ve Arapça da yazmıştır.
Mesnevî, Dîvân-ı Kebîr, Fîh-i Mâ-Fîh, Mecâlis-i
Seb’a, Mektûbât önemli eserleridir.
Elif
Şafak’ın “Aşk” romanını okuduğumda
Mevlana’ya âşık olmuştum.
Bir
demokrat, ilerici, hoşgörü abidesi, sevgi insanı, iyilik meleği…
Kahraman…
13. yüzyılda
olur muydu?
Bilmiyorum…
Romanda, ne
kadar Şems ön plana çıkmışsa da asıl kahraman Mevlana’dır.
Boynuz
kulağı geçmiştir.
Hocalık da
bir yere kadardır.
Ülke Şems’i,
Elif Şafak’ın “Aşk” romanı ile
tanıdı, Mevlâna bu topraklarda hep var oldu.
Mevlâna bir
öğretidir.
Mevlâna bir okuldur.
Ne diyor Mevlâna;
“Cömertlik ve yardım etmede akarsu
gibi ol.”
“Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.”
“Başkalarının kusurunu örtmede gece
gibi ol.”
“Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.”
“Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak
gibi ol.”
“Hoşgörülülükte deniz gibi ol.”
“Ya olduğun gibi görün ya göründüğün
gibi ol.”
Her daim altın
harflerle yazılabilecek öğretiler…
13. yüzyıldan
buna yana (750 yıl) damıtılmış, süzülmüş…
En çok da bu
günlerde ihtiyacımız var bu öğretilere.
Dünyanın hızla
kirlendiği; değerlerin yok edildiği, ahlakın çöktüğü bir dönemi yaşıyoruz.
Gün geçmiyor
ki büyük felaketler yaşanmasın yeryüzünde…
Göz yaşı;
açlık ve savaş…
Kan, kan,
kan…
Dur deme
vakti…
Başarabiliriz…
Hacı Bektaş,
Yunus Emre, Taptuk Emre…
Mevlâna gibi…