Kahramanmaraş İl Müftüsü Celal Sürgeç yaşanan pandemi sonrasında
Camilere yeniden kavuşmanın sevinciyle ilgili bir makale kaleme aldı. İl
Müftüsü Sürgeç; “Camiler, kılınan
namazlarla acı ve sevincin, kalp huşusu ve kulluğun hesapsız olarak
paylaşıldığı, birlik ruhunun pekiştiği yerlerdir.”
İl Müftüsü Celal Sürgeç’in bu güzel makalesi;
“İslami
hayatın merkezini ubudiyet oluşturur. Camiler ubudiyet mekânları olması
hasebiyle de şehirlerin merkezlerini oluştururlar. Ulu camilerin şehir
merkezinde olması, salt bir mekânla sınırlı bir mesele değil, caminin hayatın
merkezi olmasıyla ilgili bir anlayışın sonucudur. İslam cemiyeti, günde beş
vakit camide bir araya gelir ve oradan tekrar hayata döner. İslam cemiyetinde
hayat, cami ekseninde deveran eder. Efendimizin bu gerekçe ile Medine’de inşa
ettirdiği Mescidi-i Nebevi’yle hayatın merkezine mabedi yerleştirerek câmi
merkezli bir medeniyet kurmuştur. Câmi ile İslâm’ı ve imanı muhafaza etmeyi,
sonra bu iman sayesinde cemiyeti muhafaza etmeyi hedeflemiştir.
Cami,
İslam şehrinde, sadece namaz kılınacak bir mekan değil, içtimai meselelerin
istişare edildiği, kararların ve tedbirlerin alındığı bir mekandır. Sezai
Karakoç’un ifadesiyle “Câmi İslâm medeniyetinin doğurgan kurumudur, tabiri caiz
ise; ana rahmidir.” (Kıyamet Aşısı)
Bu açıdan
bakıldığında İslam şehrinde cami, hayattan tecrit edilip sadece namazgah haline
getirilmez. Aksine içtimai meselelerin müzakere edileceği, kararların
alınacağı, tatbikata başlanacağı bir karargâh mahiyetindedir. Örneğin 100 yıl
önce Kahramanmaraş’taki Cuma namazı ve bayrak hadisesi gibi. Malumdur ki
‘’birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır’ ’hadisi mucibince rahmet cemaate yani
camiye iner ve oradan cemiyete dağılır. Ferden her kesin rahmete muhatap olma
imkânı vardır ama cemiyet için rahmetin camiye indiği, ineceği hususunda nebevi
müjde vardır. Öyleyse alınan kararın rahmani olmasını temin edecek şartlar
manzumesinin azamisi camide gerçekleşir.
Camiler,
kılınan namazlarla acı ve sevincin, kalp huşûsu ve kulluğun hesapsız olarak
paylaşıldığı, birlik ruhunun pekiştiği yerlerdir. Dinin ve ondan neşet eden
medeniyetin ahirete kadar tek gayesi olan ubudiyet üzere dünyayı ve ahreti
mâmur kılmayı câmide tâlim ederler.
İslâm’da
günlük hayat ve ibadet hayatı şeklinde iki farklı hayat anlayışı yoktur.
İslâm’da ibadetler ve hayat ayrılmaz bir bütündür. Toplumsallık inşasında cami
merkezî bir rol oynar. Kişi “Komşusu açken tok yatan bizden değildir”, “Bir
mümin kendisi için istediğini bir başka mümin kardeşi için de istemedikçe
gerçekten iman etmiş olamaz”, “Bizi aldatan bizden değildir”… gibi toplumsal
öğütlerleri camide öğrenir. Camiler eğer Müslümanlar arasında tanışma,
kaynaşma, dayanışma ve yardımlaşmaya vesile olmuyorsa, aralarında kuvvetli bir
birlik ve beraberlik tesis edemiyorsa aslî fonksiyonunu kaybetmiş demektir.
İslâm’ın arzu ettiği toplumsallığı sağlayamayan camilerin yapım gerekçesi
ortadan kalkmıştır, böyle camiler içinde hâlâ ibadet ediliyor olsa bile
gerçekte anıtsal bir eser veya turistik bir müze olabilir.
Bir
diyarda câminin olması orada İslâm medeniyetinin varlığına işarettir.
Müslümanlar istikâmetini kaybedip, hayatları ve şehirleri sekülerleştikçe
câmilerin ümmet inancının pekiştirildiği, dolayısıyla İslâm medeniyetine
aidiyetin her dem tazelendiği mekân olma fonksiyonunu kendi elleriyle
azalttılar. Oysa câmiler ümmet ve millet olmanın en temel kaynağıdır.
İnsanların
birbirinden üstün olmadığı câmide anlaşılır. Hukuk, ahlâk, edep, nizam, uyum
câmide öğrenilir. Muhabbet ve birliğin mekânıdır ki, maddî ve mânevî cihetiyle
İslâm medeniyet anlayışının esas kaynağı da budur.
Câmi
mihrabın etrafında kurulmuştur. Tevhid, yâni birlik mihrapta tezahür eder;
mücerretten müşahhasa geçilen bir mânayı taşır. Mihrap, nefisle mücadelenin
mekânıdır. Dinin ve ondan neşet eden medeniyetin bütün mücerret ve mânevî
yönleri mihrapta toplanır. Çünkü Müslümanın dünya hayatı nefisle mücadele
olduğundan mihraba yöneliş ve mihraptaki duruş dünya hayatının Müslümanca oluş
ve istikâmet yeridir.
İslâm
şehri inşa edilirken, şehrin merkezinde, başları yere eğdiren, secde ettiren,
kulluğu teşhir ettiren mekân olması hasebiyle camiler o şehrin İslam şehri olma
kimliğini çevreye izhar eden mekanlardır.
İşte bu
yüzden İslam, doğuşundan itibaren şehirlerin merkezine mabedi yerleştirerek
câmi merkezli bir medeniyet oluşturmuştur. Bu dinin Yüce Peygamberi, Mekke’de
putlarla dolu olan Kâbe’den mabet olarak yararlanamayınca Erkam b.
Ebi’l-Erkam’ın evini mabed ittihâz etmişti.
İlk
Müslümanlarla orada buluşur, gelen vahyi paylaşır, vahyin aydınlığında
gönüllerini imar eder, Mekke şirk toplumundan üzerlerine sinen şirk ve küfür
tortularını temizleyerek onları arındırırdı.
Medine’ye
hicret sırasında Kuba’da ilk mescidi, ardından Medine’de Mescid-i Nebî’yi inşa
eden Allah Resulü önce dini ve imanı korumayı, sonra bu iman ikliminde toplumu
dönüştürmeyi ve yepyeni bir tevhit ehli inşa etmeyi hedeflemişti.
Kur’ân-ı
Kerim’de: “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve âhiret gününe iman eden,
namaz kılan ve zekât verenler imar eder.”(tevbe-18) buyurmakta ve müminleri
mescit ve mabet imarına; müesseseler kurmaya teşvik etmektedir. Bu vesileyle İslami
kimliği korumanın müesseseler yoluyla yapılabilecek olanına en güzel örnek camilerdir.
Mabet ve
mescitlerin imarı, biri maddî, diğeri manevi olmak üzere iki türlü olur. Maddî
imar, mabetlerin fizikî inşası, korunup bakılmasıdır. Ayetin ihtiva ettiği
manada bu anlam vardır. Allah Resulü (s.a): de “Kim Allah için bir mescit bina
ederse, Allah da onun için cennette bir köşk bina eder.” buyurarak inananları
mescit inşa işine çağırmaktadır.
Mabetlerin
manevi imarı, cami içinde dinî hizmetleri yürütecek görevliler ve camileri
dolduracak cemaat yetiştirmektir. “Cami mi önce cemaat mi?” tartışması her
devirde gündeme gelmişse de genel kabule göre aslolan, cemaattir. Cemaati olan
bir din, manen mamurdur. Maddî olarak mabedini her an imar edebilir. Ama sadece
mabedi kalmış, cemaati tükenmiş bir din virandır. Dolayısıyla âyet-i kerimede
Allah’ın mabetlerini imar konusundaki teşvik, öncelikle manevi imar
noktasındadır.
Mabetler,
Yüce Yaratıcı’nın adının ilan edildiği ve dinî ibadetlerin kâmil manada
yaşandığı mekânlardır. Bu yüzden Allah Teâlâ: “Allah’ın mescitlerinde Onun
adının anılmasını yasaklayan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim
kim vardır.” buyurur.
Camilerde
ibadeti engellemek ve oraların mabet fonksiyonunu icra etmesine mâni olmak ne
kadar büyük bir zulümse, camilerde görev yapacak din hadimleri yetiştirmemek ve
cemaat teminine gayret göstermemek de aynı oranda bir zulümdür. Mabedin veya
herhangi bir binanın harap olmasına çalışmak sadece fizikî binasını yıkmakla
olmaz. Caminin içini boşaltmak, boşaltılmasına seyirci kalmak, mabedi harap
olmaya terk etmek demektir. Nitekim içinde insanların yaşamadığı evler, içinde
insan yaşayan evlerden çok daha çabuk yıpranır ve harap olur. Mabetler de
böyledir. Cemaatin şenlendirmediği mabet yıkılmaya terk edilmiş demektir. Bu
yüzden ayette geçen “harap olmasına çalışan” ifadesinin içinde câmiye devamla
cemaat olmayan ve cemaat çekmeyen kimseler de dâhildir.
Camileri
imar etmek için camii imar ve inşasını yeniden değerlendirmek almak lazım.
Camiler hayatın merkezi olmalı ve diriler dikkate alınarak dizayn edilmelidir.
Camilere Kur’anın yüklediği fonksiyonlar şöyle anlatılır:
-mesabeten
linnasi ve emna(insanlar için sığınak, güvenli bir liman)-2/125-
-kıyamen
linnas(sürünen, perişan insanlığı ayağa kaldırma merkezleri)-5/97-
-mübareken
ve hüden lil âlemin (tüm varlıklar için çok üretken bir üs ve rehberlik
merkezi) olmalı.-3/96-
Müslümanlar camilere yabancılaştığı müddetçe
Allah’a, kendine ve ümmete yabancılaşacak ve dolayısıyla medeniyetine aidiyet
inancını yitirecektir. Müslümanlar camiye döndükçe İslâm’a aidiyetleri
güçlenecek ve medeniyet değerlerini daha ziyade yaşatacaktır.
Bugün
sabah namazı ile beraber ayrı düştüğümüz camilerimizle beş vakitte
buluşacağız..Tabi yine kurallara uymak şartıyla.
Bu sebeple
bizlerin camilerimizle buluşmasını nasip eden Yüce Rabbime sayısız hamdü
senalar olsun..Yüce Mevla’mız İbadetlerimizi kabul ve ubudiyetimizi makbul
eylesin”.