Hapşırık derken elbette bu yazıda bedenin
hapşırıklarından bahsetmeyeceğim. Ruhumun hapşırıklarından bahsedeceğim. Ruhun
da hapşırıkları olur mu demeyin. Niye olmasın, bedenin hapşırıkları
olur da ruhun hapşırıkları, neden olmasın?
Bedenimizin dışarıdan aldığı, soğuk algınlığı
ya da benzeri bir etki ile iradesiz bir şekilde ağızdan şiddetli bir şekilde
dışarıya tükürük ve benzeri sıvıları çıkartmasına hapşırık diyoruz. Hapşırık
faydalıdır. Hatta, vücuttan dışarıya doğru şiddetli bir şekilde gelen
hapşırığın tutulmasının çok tehlikeli olduğu da bilinmektedir. Hapşırığını
tutan bir kişinin öldüğü ya da felç kaldığı da söylenir. Benden size tavsiye,
içinizden gelen hıçkırığı asla ve asla tutmayın ve olduğu gibi ağızdan dışarıya
çıkarın. Bu tavsiyeyi söylüyorum da,
artık öyle bir zamanda yaşıyoruz ki “hapşırmaya dahi korkuyoruz.” Malum
korona virüs salgınından dolayı insanlar hapşıranlardan şiddetli bir şekilde
kaçıyorlar. Kaçmakta haklılar. Çünkü, hapşırmayla maazallah, korona virüs
bulaşabilir. En iyisi hapşırırken kimsenin üzerine doğru hapşırmamak ve uygun bir
yerde hapşırmaktır.
Neyse, zaten bu yazıda meselemiz, bedenimizin
hapşırması değil, ruhumuzun hapşırmasıdır.
“Haydaaa! Ruhun da hapşırması olur muymuş!”
Evet, böyle bir “haydaaa” çekerek, hayretle seslenenleri, duymasam da tahmin
ediyorum.
Öyleyse hemen maksadımı ve ne demek
istediğimi açıklayayım.
Ruhumun hapşırıkları, oldukça tabi ve oldukça
içten gelen tepkilerden ibarettir. Ruhum fıtraten iyilik ve doğruluk, güzellik
ve ihlas üzere yaratıldığı için, yalnızca bunları kabul ediyor ve içine alıyor.
Bunların dışında nerede bir kötülük, eğrilik, çirkinlik ve samimiyetsizlik
görse, onlara tepki veriyor. Zaten tepki vermesi de normaldir.
Öyleyse, ruhumun hapşırıkları derken kasdım
açıktır. Kasdım tüm olumsuzluklara karşı ruhumdan çıkan tepkilerdir. Eğer o
tepkileri vermezsem ruhum ya felç olacak, ya da ölecek. Ruhumun ölmemesi için,
ruhumun felç kalmaması için ben tepki vermeye ve tüm rahatsız edici şeyleri
eleştirmeye devam edeceğim.
Şimdi, bir kez daha açıklıyorum. Daha
anlaşılır olsun diye, sanki bir başkasıyla diyalog içindeymişim gibi
açıklıyorum:
"Niye böyle tepki
veriyorsun, sağa-sola, hırlıya-hırsıza" dediler.
Ben de "sen hapşırığını
tutabiliyor musun" dedim.
"Ne alakası var"
dediler.
Ben de "haksızlığa,
hukuksuzluğa tepki vermek, ruhumun hapşırığı" dedim.
Bedenin hapşırığını tutarsan
bedenen, ruhunun hapşırığını tutarsan ruhen zarar görürsün.
Ruhum sağlıklı olsun da, hiçbir
şey mühim değil!
Benim esasta maksadım
ruhumun huzurudur. Toplumda her ferdin ruhu, vicdanı huzurlu olursa o toplum
huzurlu ve mutlu toplumdur.
Gel gör ki,
toplumdaki fertlerin çoğunda ne ruh kalmış, ne vicdan!
Adam bedeninin
hapşırığını tutmuyor da, ruhunun hapşırığını tutuyor. Ruh da hapşırıkları yuta
yuta, ya felç oluyor, işlevsiz kalıyor, ya da toptan ölüyor, ruhsuz beden
haline geliyor.
Zaten insanoğlunun
anlayamadığım ve çok hayretle izlediğim bir davranışı var: “Varsa
yoksa bedeni, varsa yoksa bedeninin rahatı!”
Bre gafil bre!
Bedenin sağ olsa en fazla kaç yaşar? “Ömrün uzun oldu diyelim 80, ha biraz daha
fazla yaşadın diyelim 100.” Eeeee, sonu ne? Öldün gittin.
Ruhun daha mühim
ruhun! Onu besle onu! Ruhunu felç bırakma ruhunu! Ruhunun hapşırıkları
dediğimiz, kötülüğe karşı tepki ver, olumsuzluğa karşı tepki ver ve devamlı
suretle Hakkı söyle, devamlı surette iyilik üzere yaşa! Ruhun hapşırmazsa, bu
da senin için zararlı, ruhunun hapşırıklarını tutarsan bu da senin için
felaket. Gel bunları idrak et!
Evet, esasta ruhun
hapşırıklarının faydalı olduğunu bu yazıda kısaca anlatmaya çalıştık.
Olumsuzluklara tepki vermenin, kötülükleri, çirkinlikleri eleştirmenin gerekli
olduğunu böylece belirttik. Eğer bunları yapmazsak, ruhsuz bir beden olarak
sanki bir ceset gibi kalacağımızı açıkça söyledik.
Mehmet Akif ne diyor?
Kulak verelim, dinleyelim can kulağıyla!
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın!
Kötülüğe, eğriliğe, çirkinliğe ve olumsuzluklara tepki
vermeyenler için “leş mi kesildin” sözü tam yerini buluyor.
Biz, elhamdülillah, temiz ve bozulmamış ruhumuzun
istediği gibi, fıtratını koruyan ruhumuzun benimsediği gibi davranacağız, “doğruya
doğru, eğriye eğri diyeceğiz.”
Konu başlığımız her ne kadar bedenin hapşırmasıyla
ilgili olmasa, başlık ruhumuzun hapşırmasıyla ilgili olsa da, yazıda hapşırma
kelimesi çok geçtiği için, yazımın en sonunda hapşırmayla ilgili bir Hadis-i
Şerif’e yer vererek ve ardından en son sözümle huzurlarınızdan ayrılıyorum.
"Allah hapşırmayı sever, esnemeden hoşlanmaz.
Öyleyse sizden biri hapşırır ve Allah'a hamdederse, bunu işiten her Müslüman
üzerine, 'yerhamukâllah' demesi
hak bir vazifedir.”
En son sözüm:
“Ruhunun hapşırıklarını
tutma hapşır. Hapşır derken kasdım şudur kasım: Hakkı, gerçeği haykır.” Vesselam.